12 Ağustos 2021 Perşembe

TACO’NUN ANAVATANI... MEKSİKA SOKAK LEZZETLERİ

Bugüne dek veterinere hiç mi hiç birinci elden ihtiyaç duymamıştık. Eray bi telaş tanıdık bi veterinere ulaştı. Veteriner Başak’a vardığımızda olacakları bilmemekle birlikte huzurluyduk.

Büyük bir binanın önünde durduk. Hala gücümü toparladıkça avazım çıktığı kadar bağırıyordum. Kapının önünde bi garip hissettim. İki iri büyük -içimden, derinlerden yükselen bi sesin ‘bunlar onlar!’ dediği- uzun kulaklı düşük gözlü, ağır aksak hareket eden nesne görmüştüm. Birbirlerine Eray ve Altus diye hitap eden ve beni buraya getiren bu iki insanın ‘Ne güzel köpekler...’ diyerek bu iki nesneyi sevdiklerini farkettim. Sanki beni onlardan uzak tutmaya çalışıyorlardı. İçeri girdiğimizde benim gibi kokan iki esmer gördüm. Benim gibi ara ara bağırıyorlardı.

-       Merhaba, Eray.

-       Ben de Altuğ. Begüm’ün arkadaşlarıyız.

-       Ben de Başak. Hoş geldiniz.

-       Bu haylazı sokakta bulduk ve bi ayağı aksıyar gibi geldi bize. Bakabilir misin?

-       Tabii ki.

Gözleri ışıldayan kadın beni aldı kucaklarından. Sonra elinde bi şeyle içeri girdi. Elindekini açtığında içerisi muhteşem bi koku ile doldu. Ne kadar yedim, aradan ne kazar zaman geçti bilmiyorum. Uzanıp patimle karnımı ovuşturasım gelmişti. Ardından bana yemek getiren kadın patilerimle kulaklarımla ve vücudumla oynamaya başladı. Bi pati atıp bağırdım.

-       Çok akıllı ve sağlıklı görünüyor. Ve de yaramaz sanırım. Tırnağını bi yere takmış, çıkarmaya çalışırken kırmış ve büyük olasılıkla patiyi zorlamış. Ama bi röntgen çekmemiz iyi olur.

Başak, içimden haydut demek istediğim bu sarı yumağı içeri götürürken hem endişeleniyor hem de ona karşı bi yakınlık hissediyordum. Acaba Eray ne düşünüyor, diye geçirdim içimden. Bi süre sonra Başak içerden ‘haydut’suz geldi. Ona döndüğümüz anda:

-       Ciddi bi şeyi yok ama o kadar hareketli ve yaygarıcı ki bi türlü röntgeni çekemedik. Çok hafif sakinleştirici verdik. Bugün kalsın, yarın görüşürüz.

Eray’ı yine kaygı ele geçirdi:

-       Bizi ararsın di mi?

-       Tabii ki size ararım, ama merak edecek bi şey yok.

Başak ile vedaşlaştıktan sonra Pazar programımıza geçtik.



“Aaa, bu bizim içli”, “Aaaa bu bizim dönerin aynısı”, “Aaa yengen sandviç valla bu” diyerek okuyacağınız bi anlatı hazırladım bu kez size...

Meksika ve Türk mutfağının kesişim noktası oldukça fazla. Anlatıyı okurken bi çok tarif metinden ya da görselinden tanıdık gelecek size. Geniş ve köklü bir mutfak kültürüne sahip Meksika’nın her sokak başında denk geleceğiniz lezzetlerini sizin için derledim.

Tacos: Dünyaya Meksika adıyla eş bir bilinirliğe sahip, belki daha da çok tanınan Meksika mutfağının en tipik yemeği. Öyleki tarihi çok ama çok eskilere uzanıyor; Azteklere kadar.

Temel olarak iki unsurdan oluşuyor: Mısırdan yapılan tortilla ve domuz, sığır ya da tavuk eti veya balık, deniz ürünleri hatta sebzeler... 


TACOnun öne çıkan özelliklerinden belki de en geçerlisi ucuz olması, ülke genelinde tüm sosyal tabakalar tarafından tüketilmesi. 

Taze kişniş, soğan, limon ve kırmızı sos (acı kırmızı biber ve domates ile çeşitli bitkilerin birlikte karıştırılmasıyla yapılıyor, biraz bizim acılı ezmeyi anımsatıyor) veya yeşil sos (kullanımı çok yaygın olan yeşil domates ve biberin yanı sıra baharatlarla yapılan bir sos) ile servis edilmesi.

Çok fazla çeşide sahip olan TACOdan sizin için seçtiklerim:

Suadero: Dana eti ile yapılıyor, bir gece önceden marine edilen et düdüklüde pişirilip bir nevi bizim tandır kıvamında hazırlanıyor. Ve tortilla arasında afiyetle yeniliyor.

Tacos de pastor: Marine edilmiş domuz eti, bildiğimiz döner usulü pişiriliyor ve dilimlendikten sonra bir dilim ananas, soğan, taze kişniş ve lezzetli bir kırmızı sos ile servis ediliyor.

Carnitas tacos: Domuz eti kendi yağında kızartıldıktan sonra ve bakır tencerelerde pişiriliyor ve piştikten sonra kıyılarak tortilla arasında, soğan, kişniş ve kırmızı veya yeşil sos ile masanıza geliyor.

Cochinita tacos: Bu yemek orijinal olarak Yucatán bölgesine ait. Domuz eti bölgesel bi bitki ile marine edilerek pişiriliyor. Soğan ve kırmızı sos ile servis ediliyor.

Tacos de Canasta: Gün ışımadan evlerde hazırlanan ve ısılarını korumak için bir hasır sepet (canasta) içine yerleştirilerek seyyar satıcılar tarafından satılan bu tacolar, chicharrón (kızarmış domuz derisi ve yağı -kuyruk yağı gibi-), kıyma, patates ve kırmızı fasulye ezmesinden sadece birinin tortillayla dürüm yapılarak hazırlanıyor. Fiyatı çok ama çok uygun oluyor.


Kanınca kararınca geçinen çok sayıda Meksikalı mutfak masrafının önemli bir bölümünü aradan çıkarmak amacıyla akşam öğünü için de bütçelerine uygun TACOları tercih ediyor. TACO satan yerlere Taqueria (TACOcu=TACOhane) adı veriliyor.


El Pastor:


Her köşe başında görebilir ve kolaylıkla döner sanabilirsiniz. Çünkü öyle. Önemli ve tek farkı domuz etinden yapılması.


Tortas:
 TORTAS önceleri genellikle domates, avokado, fasulye ezmesi ve herhangi bir taze biber türünün yanı sıra jalapeño ve guacamolenin -avokado ile yapılan bir dip sos- ekmek arası hazırlanması, mayonez ve  kremayla tatlandırılması ile 

yapılıyormuş. 
Ancak zaman içinde, o da, ekonomik kalkınma sürecinden payını alıyor ve pazara tüketiciyi cezbedecek yeni zengin bi tarif ile sürülüyor. Bizim ‘yengen’ ya da ‘sıcak karışık’ kıvamında bi sandviç olup çıkıyor.
Jambondan, dana veya domuz fileto, tavuk ve et milanesa (hemen hemen şinitzel), peynir çeşitleri, sucuk, sosis, domuz pastırması ve deniz ürünlerine kadar birçok malzeme büyük boyutlardaki ekmeklerin arasına giriveriyor. Ve her biri içeriğine göre aldığı isimlerle sokak lezzetlerindeki yerini alıyor.


TORTAS öylesine popülerki İzmir’de bi dönem çok yaygın olan kumru büfeleri gibi kaldırımlar üzerinde çok sayıda TORTAS noktası görebilirsiniz.

 

Ünlü futbolcular, şarkıcılar TORTAS büfelerini ek iş olarak görüp buralara yatırıp yapıyor. Leziz tortaslardan birini yediğiniz yerlerden biri onların ismini taşıyabilir ya da duvarlarında fotolarına rastlayabilirsiniz.  

Tamales: TAMALES günlük sofraların ya da bayram sofralarının başatlarından. 500 yılı aşkın bir geçmişe sahip olan TAMALESin orijinal  tarifi, yapılan bölgeye bağlı olarak değişiyor, bu nedenle şu anda yüzlerce çeşidi var. 

TAMALES, yerel dillerden Nahuatl'da "sarılmış" anlamına gelen "tamalli" kelimesinden geliyor. Latin Amerika ülkeleri yemeğin kökleri konusunda bir anlaşmazlık yaşasa da tarihçiler yemeğin beşiği olarak mısırın da anavatanı olan Meksika’yı kabul ediyor.

Mısır unu ile yapılan hamur, et ve sebze çeşitleriyle doldurulup mısır yapraklarına ya da muz yapraklarına sarılarak buharda pişiriliyor. ‘İspanya öncesi ve sonrası Meksika’ yazımdan da anımsayacağınız gibi sömürge öncesi yerel halkın protein kaynağı farklıydı. 

O dönemde TAMALES hindi, köstebek, flamingo, kurbağa, tavşan ve balık etinin yanı sıra kabak, fasulye ve biber ile dolduruluyor. Şimdilerde sığır/domuz/tavuk eti ya da biberden çikolataya kadar çok çeşitli malzemelerle dolduruluyor, pişirme yöntemi ise aynı. Meksika gastronomisinin en sembolik yemeklerinden biri olan TAMALES bir çeşit sandviç ekmeği olan ‘guajolota’ arasına da konularak da yeniliyor.

Navidad (noel), yeni yıl ve Dia de Candeleria (Hz. İsa’nın (bebek İsa’nın) doğumunun dünyaya ilanı ve bölgedeki kralların tebrik için geliş günü) gibi özel günlerde yine mısır hamuru ile yapılan ve bozaya benzeyen  ‘atole’ veya mısırunu, süt, tarçın ve kakao ile yapılan ‘champurrado’ ile tüketiliyor.



Quesedilla
İspanyolcada peynirli bir pasta olan (cheesecake gibi) ‘quesada’dan geliyor. Özünde arasına peynir konulup katlandıktan sonra ızgara/tavada pişirilen ya da kızartılan tortilla. 

Zamanla tortillanın içeriği değişip çoğalıyor. İçerek konusunda peynirle başlayan serüven bugün tavuk, mantar, biftek, sebze çeşitleri, sucuk gibi sıralanabilecek gıdalarla sürüyor. 

QUESEDİLLA’yı da köşe başlarında portatif arabalarda, kaldırımlardaki büfelerde ya da bir çok cafe ve restoranın menüsünde bulabilirsiniz.

Empanada: 

Sözcük anlamı ‘ekmek içine koymak’ olan EMPANADA aslında bi çeşit börek. Genellikle daha az suya ve daha fazla yağa (genellikle tereyağı, katı yağ veya bitkisel yağ) ile yoğurulan bu hamur, çok katmanlı, tel tel bi dokuya, yumuşak bi yapıya sahip. İç harcı önceden pişirilen et, sebze veya meyvelerden oluşuyor. Bu harçlardan biriyle doldurulan hamur, kızgın yağda kızartılıyor ya da fırına veriliyor.

Çıkış noktası tüm icatlar gibi ihtiyaç: Çobanların ve gezginlerin tüketmeye alıştığı et veya sebzeleri kolayca taşımaları ve uzun süre bozulmadan korumaları için pratik bir paketleme yöntemi ararken yaratıcılıktan doğuyor. Orta Çağ'da uzun yol erzağı için hazırlanan etin belirli bir kütle içinde pişirilmesi onu birkaç gün boyunca korumayı başardı.

Dolgulu hamur, Güney Avrupa'ya (esas olarak Endülüs) yayıldıktan sonra İspanyollarla sömürgelerine yani Amerika kıtasına da ulaşıyor. Latin Amerika’da her ülkenin kendine özgü bi türünü yaptığı empanada, Meksika’da sokak lezzetlerinde önemli bi yer tutuyor. Tuzlu empanadanın geleneksel dolguları et, tavuk ve peynir, bunun yanı sıra mantarlı empanadaya da sık rastlanıyor.

-         - Leziz yengeçleriyle ünlü bi mutfağa sahip sahil kenti Veracruz’da iç harcı yengeç ve deniz ürünlerinden oluşuyor;

 - Baja California'da (aşağı Kaliforniya) meyve dolgulu fırınlanmış ve üzerine pudra şekeri serpilmiş tatlı empanadalar popüler;

  - Guava, balkabağı, esmer şeker veya cajeta (Meksika usulü süt reçeli) dolgusu ile pişirilen tatlı mısır ve buğday empanadaları;

  - Yine sahil kentlerine özgü iç harcı karides, kurutulmuş balık olan ve baharatlı yeşil veya kırmızı domates sosuyla servis edilen empanadalar;

 Peynircilik -özellikle bizim dil peynirine yakın bir türü- ve elişleriyle ünlü Oaxaca'da empanadalar doğal olarak peynir, kabak çiçeği ve mantar ile dolduruluyor;

-   - Puebla'da, şehre özgü bi sos olan Mole yapılan empenada ve tatlı olarak da krema, elma ve ananas ile doldurulan empanada ünlü;  

    Yucatán'da en yaygın empanada iç harcı köpek balığı eti ve etli, fasulyeli olanlar. Empanadalara genellikle doğranmış kırmızı veya beyaz soğan eşlik ediyor ve ekşi portakalla ve sadece bazı durumlarda domates sosuyla tabaklanıyor.

Empanada ile ilgili bu bilgileri aldığım kaynakta her ülkeye özgü empanada aktarılıyor. Türkiye bölümünde ise şunlar yazıyor: “1500’lü yıllarda Osmanlı İmparatorluğu'nda, diğerlerinin yanı sıra bal ve fındıktan yapılan bir tatlı olan baklava ve ayrıca börek olarak bilinen kıymalı harç kullanılan bir hamur olan filo hamuru şekli icat edildi. Filo hamuru Türkler aracılığıyla diğer Avrupa gastronomilerine ulaşarak, örneğin Yunan spanakopita, Avusturya turtası ve Macar retesine kaynak oldu.”

Meyve Salatası: Meksika sokaklarında, abartırsam, neredeyse iki adımda bir rastladığımız lezzet; meyve salatası. Tropik meyvelerle bir renk ve tad cümbüşü olarak karışmıza çıkan meyve salatası, aslında besin değeri yüksek ve mevsimsel olarak ferahlatıcı bir gıda olarak  çok cazip, ancak son iki yıldır dünyayı sallayan salgın yüzünden bu dönemde uzaktan bakmakla yetindiğimiz bir sokak tadı.

            


Ve bir dip not... Her akşamüzeri sokaklarda bisikletli arabalarıyla ekmekçiler geçiyor, gecenin ilerleyen saatlerine kadar. Tipik bir kornaları var. Onu duyduğunuzda anlıyorsunuz geldiğini ve ‘PAN/ekmek’ diye seslendiğiniz an o gün ekmek almayı unutmanız anlamını yitiriveriyor. 



15 Temmuz 2021 Perşembe

YALDIZLI İMGELERE / TOPLARA TÜFEKLERE / KRALLARIN TACINA / YAZARIM ADINI

"Çantasını boşaltıp için beni yerleştirdiğinde korkudan avazım çıktığı kadar bağırıyor, kafamı bi şekilde çantasından çıkarmaya çalışıyordum. En sonunda durduğumuzda, sokakta geçen kısa zamanımdan anımsadığım ama bi türlü net şekilde çıkaramadığım farklı bi kaç koku algıladığım bir yere girdik.

Sabah gördüğümde bu yavru kediyi çok etkilenmiştim. Dün gece kapının önünde ağzını kulaklarına kadar açarak miyavlayan yaramazdı bu. Çok güzel görünüyordu. Kahvaltı için alacaklarımı düşünerek arabaya yürüdüm. Döndüğümde ağaçların altında oynuyordu. Eve girdiğimde Eray’a göstermek istedim ama balkondan göremedik. Kahvaltı sonrası motorla çıkmak için aşağıya indiğimizde işte oradaydı. Atlaya zıplaya bacağımda oynamasından etkilenmiştim. Uzun süredir eve bi köpek almak istiyorduk, kedinin bakımı daha mı rahat olurdu? Ama Eray kedi sevmez! Yavru kediyi uzaklaştırıp motora binmeye çalışırken aksadığını fark ettim. Arka patilerinde sorun vardı. Eray’a seslendim: ‘Ayağı mı yaralı?’
Evden göremediğim yavruyu aşağıya indiğimizde gördüm, daha doğrusu o bizi gördü. Altus bacaklarında dolanıyor dizlerine atlayıp zıplıyordu. Çok şirindi, ama kedileri hem sevmiyordum hem de bi tık itici geliyorlardı bana. Motora binmeye hazırlanırken Altus’un ‘Ayağı mı yaralı?’ soruyla onlara döndüm. Evet aksıyordu. Çantamı boşaltıp içine yavruyu koyduk ve üçümüz motorun üzerinde veterinerin yolunu tuttuk. Altus’un iki tekerli tutkusunda ilk kez üç kişiydik."

Anlamak her daim güç olmalı... Her beyin her yürek her yaşam için... Özgürlükleri ihlal etmek! Var edileni hoyratça yok etmek! Baktığında hayran kalınan güzellikleri yakıp yıkmak, çalıp çırpmak ve kuvvet kullanarak sahip olmak. Düşündükçe algılamanın giderek daha da zorlaştığı bir eylemin içinde ben de yok oluyorum. Yok oluyorum ama algılayamıyorum. Yok oluyorum.

Meksika’nın işgali, o sırada Kral Carlos V tarafından temsil edilen İspanyol tacı adına Hernán Cortes'in komutasındaki İspanyollar tarafından Aztek İmparatorluğu'na boyun eğdirilmesi olarak tanımlanıyor. Cortes ve adamları 1519'da Meksika körfezinden bölgeye ayak basıyor ve Meksika vadisine ulaşana dek durmuyorlar. Bölgedeki yerel yönetimleri ve nihayetinde Aztek İmparatorluğu’nu yok edene kadar ilerliyorlar. Eylül 1810 tarihinde başlayan Eylül 1821’e kadar süren iç savaş sonunda  da İspanyolların Meksika üzerindeki 300 yıllık hakimiyetleri sona eriyor. Birçok kaynağa baktığınızda özetle edinebileceğiniz bilgi bu.

Oysa bir kıtanın, kültürü, dili, insanı, botaniği, sanatı, mimarisi ve politik-sosyal yapılanması toz duman ediliyor. Bu anlatıda birazdan paylaşacaklarımı buraya geldiğimden bu yana farklı kaynaklardan duydum ve okudum. Evet yıllarımı alan bi bilimsel araştırma yapmadım. Gerek de yok aslında bunları İspanyolca yaptığınız bi arama motoru sonuçlarında da kolaylıkla görebiliyorsunuz. Okuduklarımdan ve sohbetlerden edindiğim bilgiler o kadar ilginç geldi ki bana, buradan aktarmamak büyük bi eksiklik olacaktı. Bilin istedim.

İspanyol istilasının başlıca sonucu Aztek İmparatorluğu'nun ortadan kaldırılarak yerine Yeni İspanya Valiliği'ni oluşturan İspanyol sosyal ve politik yapılarının getirilmesi oluyor. Ama ben tabloya bu kadar genel bakmak istemiyorum. Buyrun bazı ilginç detaylar:

Avrupa’nın işgal güçleri gemileriyle yalnızca askeri güç taşımıyor Amerika’ya. İspanyol işgalinden önce bu topraklarda at, domuz, inek, koyun, keçi ve kedi yaşamıyor. Haberleşme  için ayrıca güvercin de Amerika’ya İspanyollar ile geliyor. Yerel halk bu hayvanların hiç birini bilmiyor. Hatta getirilen otlak hayvanları önceleri beslenimiyor. Kıtadaki ot türü, bitki örtüsü Avrupa’nın hayvanlarının sindirim sistemini hasta ediyor. Bu nedenle Avrupa’dan balya balya ot getiriliyor. Ve bitki örtüsü kıtanın yeni hayvan türleri için değişime uğruyor. Çim getiriliyor.

Ayrıca buğday, pamuk ve zeytin İspanyollar ile geliyor. Peki ne ile mi besleniyormuş kıta yerel halkı? Hindi, geyik, tavşan, böcek, iguana, yılan, yengeç, deniz hayvanları ve ürünleri, kaplumbağa ve kaplumbağa yumurtası. Ve şimdilerde evlerimizi süsleyen popüler bir tutkuya dönüşen ‘succulent’ ile aynı aileden ve Türkçede sabır otu dediğimiz etli bir bitki olan Agave ile besleniyorlar istiladan önce.

Bitki örtüsü demişken: Aztekler eczacılıkta Avrupa’nın çok ama çok ilerisinde. Kıtanın onlara sundukları bitki çeşitliliğini olağanüstü bir şifa kataloğuna (herbolaria) dönüştürüyor Aztekler. Ve İspanyollar tüm bu el yazmalarını alıp Avrupa’ya götürüyor. Kaynaklara göre o kataloglarda yer alan bitki isimleri ve kullanım şekillerinin yarısından çoğu günümüzde hala yerine konulamıyor.

İşgalin nedenleri söylenirken en gür seslendirilen gerekçe 'Hristiyanlığı yaymak, kıtayı kurtarmak' olsa da kıtanın keşfiyle yeraltı zenginlikleri de anında fark ediliyor. Ve asker, muhimmat, hayvan ile işgal güçlerini taşıyan gemiler İspanya’ya altın ve gümüşle dönüyor. Öyle ki Peru’dan yola çıkan İspanyol Pizarro’nun gemilerinden biri o kadar altın yüklü ki batıyor ve bulunamıyor. Böylece modern çağın hazine avcıları için efsane konularından birine dönüşüyor. Servetin ve altının büyük bir kısmını, neredeyse hepsini götürüyorlar. 

Madenleri işlemek için yerel halk eğitiliyor. El sanatlarında birkaç renkle sınırlı olan Meksikalılara renk paleti tanıtılıyor. Tüm olumsuzlar içinde bir ışık. Hatta doğal kaynaklar sömürülürken peyzaj harap ediliyor.

İnanç gerekçesine dönersem, o da ayrı bir yokedişe neden oluyor. Yerel halk Katolik olmaya zorlanıyor. Kıtada yüzyıllardır kültürle bütünleşen, her bir yerel halkın kendine özgü şekillenen inanç sistemi yerle bir ediliyor. Tapınaklar, geleneksel ayinler ve din adamları... Tüm bu tablodan bağımsız olarak İspanyolların kıtaya getirdikleri en ilginç şey; sakal. Sömürgecilerden önce Meksikalı erkekler sakal bırakmıyor.

Din, dil, kültürün başat ögesi tabii ki onu yaratan insan. İspanyol sömürgecilerin Meksika’ya gelişinin ardından yerli nüfusun %85'i çöküyor. Bu yalnızca kaba güç ile yok ediş değil. İşgalcilerin ve getirdikleri hayvanların taşıdıkları hastalıklara yerli nüfusun antikoru olmadığı için halk tam anlamıyla hastalıktan kırılıyor. Kaynaklar tarihin en büyük felaketlerinden biri olarak tanımlıyor. 

Silahlar toprakları ele geçirirken yerli nüfusa akla gelebilecek insanlık dışı davranışlar, insan ticareti ve kölelik de kıtadaki toplumsal, sosyal ve insani evrimi işgal ediyor. Dönüp baktığınızda insandan, doğaya ve onların ortak çalışmasıyla üretilen kültürel bellek de İspanyollar tarafından yok ediliyor.

Günümüzde işgalden sonra bu topraklarda kalanlarla yerli halkın birlikte kurdukları yaşam, görünüşleri ne olursa olsun, renkli gözlü, uzun boylu ya da açık tenli, belki de siyah beyaz fotoğraflarda hatta karakalem çizimlerde görünen tamamen yerli halkın torunlarından daha kuvvetli ‘Meksikalıyım’ diyor. O ortak yaşam, bu topraklardan çalınan her şey için, arkeolojik kalıntıdan kültürel ya da ekonomik zenginliğe, haklarını savunmak adına dimdik ayakta duruyor. Bizler için ya da yazılı/görsel kaynaklar için onlar farklı görünüp farklı tanımlansalar da, modern Meksika’nın sokaklarında yürüyen bu insanlar, asırlar önce kıtanın zengin topraklarında yürüyen tek karakter halktan daha farklı değiller. 



13 Temmuz 2021 Salı

CÜCÜK SURATLI HAYDUT

Merhaba Hayat

Gökyüzündeki sarı yumağın gidip yerine beyaz yumağın gelmesinin ardından en az iki kez şu kokulu tenekeleri karıştırmış ve bi şeyler atıştırmıştım... Oynayacak kimse yoktu kıvrılacak bi köşe bulmuştum kendime sonunda! Beyaz yumağa dikip gözlerimi hayaller kurdum... Çok az da olsa koynuna girdiğim sevecen o yüzü, kocaman patileri ve o beyaz leziz su ile karnımı dolduruşumu, düşünüyordum. Tüylü kulaklarıma derinlerden bi insan yavrusu sesi geldiğinde giderek ağırlaşan gözlerimi bi anda açıverdim.

Önce küçük ellerini başımda hissettiğimde umutlanmıştım... Hafifçe arka ayaklarımın üzerinde kalkıp elini yalamak istedim... Yanındaki ondan kat ve kat büyük insanın bi hamlesi ile geri çekildim. Yürümeye başladılar, ama küçük şirin insan yavrusu benden ayrılmak istemiyordu sanki... Onları takip etmeye başladım. Demir bir kapıdan içeri girdiğmizde iki taraftaki büyük ağaçlar ve çeşit çeşit kokulu çiçekler dikkatimi dağıttı. Ama içeri süzüldüklerini fark ettiğimde; onların ardından tüm ağırlığıyla kapanmak üzere olan kapıya doğru atılıverdim. İnsan yavrusu bir kez daha bana doğru geldi ve o ağır kapılar bana da açılıverdi.

Bi kutuydu, evet evet bi kutuydu içinde olduğumuz. Farklı kokuyordu ve hiç görmediğim kadar büyüktü ama yine de bi kutuydu. Birden durdu. Onlar kutudan çıktı, ben de çıktım. Onlar bi kapıdan girdi, ben giremedim. Kapı yüzüme kapandı. İnsan yavrusunun sesi hala geliyordu, kapının önündeki bez parçasının üzerine kuruldum. Bi süre sonra sesler kesildi. Bekledim..bekledim..bekledim..içimden bi ses vakti geldi dedi ve aralıksız bağırmaya başladım. Kapanan kapı açıldı. Ardından yanındaki kapıda açıldı. İki devasa insan konuştu. Ve insan yavrusunun büyüğü beni kucağına alıp önce kutuya bindirdi, ardından çiçeklerle ve ağaçlarla bezeli o demir kapının önünde bırakıp yok oluverdi. Yine yıldızlar ve ben kalmıştık... Bi köşeye kıvrılıverdim. Bi kez daha yıldızlarda o kocaman patileri ve rahatlatıcı o tüylü kucağı ararken uyumuşum.

Güneşin tüy yumağı bedenimi ısıtmasıyla gözlerimi açtım. Dün geceyi anımsıyordum ve yapacak bi şey bulamayınca yeşil bahçede bi o tarafa bi bu tarafa gezindim. Tam o sırada ağır kapı yine açılıverdi. Ve bi büyük insan daha çıktı. Evet evet gece bana kapıyı açan diğer büyük insandı o. Peşinden gittim bacağına hopladım zıpladım. Güldü ve sanırım beni sevdiğini anlatan sesler çıkardı ve gitti. Kısa bi süre sonra döndü. Bi kez daha ona yöneldim ama yetişemedim. 

Mis kokuların altında yeşilliklerin üzerinde öylece uzanmışken sabahki büyük insan yanında biriyle dışarı çıktı bir kez daha. Hemen yanlarına koştum. Yanındaki özlediğim kucak gibi kokuyordu. Benimle biraz oynadılar, ayağının dibinde dolaşmak hoplayıp zıplamak geceleri başımı kaldırdığımda gördüğüm sonsuz ışıklar gibi hissetirdi. Her zaman ayağının dibinde yanında yöresinde olmak bi düş, deliksiz bi uyku gibiydi. 

                


Ve beni bırakacaklarını anladığımda arkamı dönüp iki adım atmıştım ki, büyük insan, kucak kokulu insana seslendi: ‘Ayağı mı yaralı?’ Patimin acığını fark etmişlerdi. Çantasını boşaltıp için beni yerleştirdiğinde korkudan avazım çıktığı kadar bağırıyor. Kafamı bi şekilde çantasından çıkarmaya çalışıyordum. En sonunda durduğumuzda, sokakta geçen kısa zamanımdan anımsadığım ama bi türlü net şekilde çıkaramadığım farklı bi kaç koku aldıladığım bir yere girdik.

Sabah gördüğümde bu yavru kediyi çok etkilenmiştim. Dün gece kapının önünde ağzını kulaklarına kadar açarak miyavlayan yaramazdı bu. Çok güzel görünüyordu. Kahvaltı için alacaklarımı düşünerek arabaya yürüdüm. Döndüğümde ağaçların altında oynuyordu. Eve girdiğimde Eray’a göstermek istedim ama balkondan göremedik. Kahvaltı sonrası motorla çıkmak için aşağıya indiğimizde işte oradaydı. Atlaya zıplaya bacağımda oynamasından etkilenmiştim. Uzun süredir eve bi köpek almak istiyorduk, kedinin bakımı daha mı rahat olurdu? Ama Eray kedi sevmez! Yavru kediyi uzaklaştırıp motora binmeye çalışırken aksadığını fark ettim. Arka patilerinde sorun vardı. Eray’a seslendim: ‘Ayağı mı yaralı?’

Evden göremediğim yavruyu aşağıya indiğimizde gördüm, daha doğrusu o bizi gördü. Altus bacaklarında dolanıyor dizlerine atlayıp zıplıyordu. Çok şirindi, ama kedileri hem sevmiyordum hem de bi tık itici geliyorlardı bana. Motora binmeye hazırlanırken Altus’un‘Ayağı mı yaralı?’ soruyla onlara döndüm. Evet aksıyordu. Çantamı boşaltıp içine yavruyu koyduk ve üçümüz motorun üzerinde veterinerin yolunu tuttuk. Altus’un iki tekerli tutkusunda ilk kez üç kişiydik.

























TACO’NUN ANAVATANI... MEKSİKA SOKAK LEZZETLERİ Bugüne dek veterinere hiç mi hiç birinci elden ihtiyaç duymamıştık. Eray bi telaş tanıdık bi ...