15 Temmuz 2021 Perşembe

YALDIZLI İMGELERE / TOPLARA TÜFEKLERE / KRALLARIN TACINA / YAZARIM ADINI

"Çantasını boşaltıp için beni yerleştirdiğinde korkudan avazım çıktığı kadar bağırıyor, kafamı bi şekilde çantasından çıkarmaya çalışıyordum. En sonunda durduğumuzda, sokakta geçen kısa zamanımdan anımsadığım ama bi türlü net şekilde çıkaramadığım farklı bi kaç koku algıladığım bir yere girdik.

Sabah gördüğümde bu yavru kediyi çok etkilenmiştim. Dün gece kapının önünde ağzını kulaklarına kadar açarak miyavlayan yaramazdı bu. Çok güzel görünüyordu. Kahvaltı için alacaklarımı düşünerek arabaya yürüdüm. Döndüğümde ağaçların altında oynuyordu. Eve girdiğimde Eray’a göstermek istedim ama balkondan göremedik. Kahvaltı sonrası motorla çıkmak için aşağıya indiğimizde işte oradaydı. Atlaya zıplaya bacağımda oynamasından etkilenmiştim. Uzun süredir eve bi köpek almak istiyorduk, kedinin bakımı daha mı rahat olurdu? Ama Eray kedi sevmez! Yavru kediyi uzaklaştırıp motora binmeye çalışırken aksadığını fark ettim. Arka patilerinde sorun vardı. Eray’a seslendim: ‘Ayağı mı yaralı?’
Evden göremediğim yavruyu aşağıya indiğimizde gördüm, daha doğrusu o bizi gördü. Altus bacaklarında dolanıyor dizlerine atlayıp zıplıyordu. Çok şirindi, ama kedileri hem sevmiyordum hem de bi tık itici geliyorlardı bana. Motora binmeye hazırlanırken Altus’un ‘Ayağı mı yaralı?’ soruyla onlara döndüm. Evet aksıyordu. Çantamı boşaltıp içine yavruyu koyduk ve üçümüz motorun üzerinde veterinerin yolunu tuttuk. Altus’un iki tekerli tutkusunda ilk kez üç kişiydik."

Anlamak her daim güç olmalı... Her beyin her yürek her yaşam için... Özgürlükleri ihlal etmek! Var edileni hoyratça yok etmek! Baktığında hayran kalınan güzellikleri yakıp yıkmak, çalıp çırpmak ve kuvvet kullanarak sahip olmak. Düşündükçe algılamanın giderek daha da zorlaştığı bir eylemin içinde ben de yok oluyorum. Yok oluyorum ama algılayamıyorum. Yok oluyorum.

Meksika’nın işgali, o sırada Kral Carlos V tarafından temsil edilen İspanyol tacı adına Hernán Cortes'in komutasındaki İspanyollar tarafından Aztek İmparatorluğu'na boyun eğdirilmesi olarak tanımlanıyor. Cortes ve adamları 1519'da Meksika körfezinden bölgeye ayak basıyor ve Meksika vadisine ulaşana dek durmuyorlar. Bölgedeki yerel yönetimleri ve nihayetinde Aztek İmparatorluğu’nu yok edene kadar ilerliyorlar. Eylül 1810 tarihinde başlayan Eylül 1821’e kadar süren iç savaş sonunda  da İspanyolların Meksika üzerindeki 300 yıllık hakimiyetleri sona eriyor. Birçok kaynağa baktığınızda özetle edinebileceğiniz bilgi bu.

Oysa bir kıtanın, kültürü, dili, insanı, botaniği, sanatı, mimarisi ve politik-sosyal yapılanması toz duman ediliyor. Bu anlatıda birazdan paylaşacaklarımı buraya geldiğimden bu yana farklı kaynaklardan duydum ve okudum. Evet yıllarımı alan bi bilimsel araştırma yapmadım. Gerek de yok aslında bunları İspanyolca yaptığınız bi arama motoru sonuçlarında da kolaylıkla görebiliyorsunuz. Okuduklarımdan ve sohbetlerden edindiğim bilgiler o kadar ilginç geldi ki bana, buradan aktarmamak büyük bi eksiklik olacaktı. Bilin istedim.

İspanyol istilasının başlıca sonucu Aztek İmparatorluğu'nun ortadan kaldırılarak yerine Yeni İspanya Valiliği'ni oluşturan İspanyol sosyal ve politik yapılarının getirilmesi oluyor. Ama ben tabloya bu kadar genel bakmak istemiyorum. Buyrun bazı ilginç detaylar:

Avrupa’nın işgal güçleri gemileriyle yalnızca askeri güç taşımıyor Amerika’ya. İspanyol işgalinden önce bu topraklarda at, domuz, inek, koyun, keçi ve kedi yaşamıyor. Haberleşme  için ayrıca güvercin de Amerika’ya İspanyollar ile geliyor. Yerel halk bu hayvanların hiç birini bilmiyor. Hatta getirilen otlak hayvanları önceleri beslenimiyor. Kıtadaki ot türü, bitki örtüsü Avrupa’nın hayvanlarının sindirim sistemini hasta ediyor. Bu nedenle Avrupa’dan balya balya ot getiriliyor. Ve bitki örtüsü kıtanın yeni hayvan türleri için değişime uğruyor. Çim getiriliyor.

Ayrıca buğday, pamuk ve zeytin İspanyollar ile geliyor. Peki ne ile mi besleniyormuş kıta yerel halkı? Hindi, geyik, tavşan, böcek, iguana, yılan, yengeç, deniz hayvanları ve ürünleri, kaplumbağa ve kaplumbağa yumurtası. Ve şimdilerde evlerimizi süsleyen popüler bir tutkuya dönüşen ‘succulent’ ile aynı aileden ve Türkçede sabır otu dediğimiz etli bir bitki olan Agave ile besleniyorlar istiladan önce.

Bitki örtüsü demişken: Aztekler eczacılıkta Avrupa’nın çok ama çok ilerisinde. Kıtanın onlara sundukları bitki çeşitliliğini olağanüstü bir şifa kataloğuna (herbolaria) dönüştürüyor Aztekler. Ve İspanyollar tüm bu el yazmalarını alıp Avrupa’ya götürüyor. Kaynaklara göre o kataloglarda yer alan bitki isimleri ve kullanım şekillerinin yarısından çoğu günümüzde hala yerine konulamıyor.

İşgalin nedenleri söylenirken en gür seslendirilen gerekçe 'Hristiyanlığı yaymak, kıtayı kurtarmak' olsa da kıtanın keşfiyle yeraltı zenginlikleri de anında fark ediliyor. Ve asker, muhimmat, hayvan ile işgal güçlerini taşıyan gemiler İspanya’ya altın ve gümüşle dönüyor. Öyle ki Peru’dan yola çıkan İspanyol Pizarro’nun gemilerinden biri o kadar altın yüklü ki batıyor ve bulunamıyor. Böylece modern çağın hazine avcıları için efsane konularından birine dönüşüyor. Servetin ve altının büyük bir kısmını, neredeyse hepsini götürüyorlar. 

Madenleri işlemek için yerel halk eğitiliyor. El sanatlarında birkaç renkle sınırlı olan Meksikalılara renk paleti tanıtılıyor. Tüm olumsuzlar içinde bir ışık. Hatta doğal kaynaklar sömürülürken peyzaj harap ediliyor.

İnanç gerekçesine dönersem, o da ayrı bir yokedişe neden oluyor. Yerel halk Katolik olmaya zorlanıyor. Kıtada yüzyıllardır kültürle bütünleşen, her bir yerel halkın kendine özgü şekillenen inanç sistemi yerle bir ediliyor. Tapınaklar, geleneksel ayinler ve din adamları... Tüm bu tablodan bağımsız olarak İspanyolların kıtaya getirdikleri en ilginç şey; sakal. Sömürgecilerden önce Meksikalı erkekler sakal bırakmıyor.

Din, dil, kültürün başat ögesi tabii ki onu yaratan insan. İspanyol sömürgecilerin Meksika’ya gelişinin ardından yerli nüfusun %85'i çöküyor. Bu yalnızca kaba güç ile yok ediş değil. İşgalcilerin ve getirdikleri hayvanların taşıdıkları hastalıklara yerli nüfusun antikoru olmadığı için halk tam anlamıyla hastalıktan kırılıyor. Kaynaklar tarihin en büyük felaketlerinden biri olarak tanımlıyor. 

Silahlar toprakları ele geçirirken yerli nüfusa akla gelebilecek insanlık dışı davranışlar, insan ticareti ve kölelik de kıtadaki toplumsal, sosyal ve insani evrimi işgal ediyor. Dönüp baktığınızda insandan, doğaya ve onların ortak çalışmasıyla üretilen kültürel bellek de İspanyollar tarafından yok ediliyor.

Günümüzde işgalden sonra bu topraklarda kalanlarla yerli halkın birlikte kurdukları yaşam, görünüşleri ne olursa olsun, renkli gözlü, uzun boylu ya da açık tenli, belki de siyah beyaz fotoğraflarda hatta karakalem çizimlerde görünen tamamen yerli halkın torunlarından daha kuvvetli ‘Meksikalıyım’ diyor. O ortak yaşam, bu topraklardan çalınan her şey için, arkeolojik kalıntıdan kültürel ya da ekonomik zenginliğe, haklarını savunmak adına dimdik ayakta duruyor. Bizler için ya da yazılı/görsel kaynaklar için onlar farklı görünüp farklı tanımlansalar da, modern Meksika’nın sokaklarında yürüyen bu insanlar, asırlar önce kıtanın zengin topraklarında yürüyen tek karakter halktan daha farklı değiller. 



13 Temmuz 2021 Salı

CÜCÜK SURATLI HAYDUT

Merhaba Hayat

Gökyüzündeki sarı yumağın gidip yerine beyaz yumağın gelmesinin ardından en az iki kez şu kokulu tenekeleri karıştırmış ve bi şeyler atıştırmıştım... Oynayacak kimse yoktu kıvrılacak bi köşe bulmuştum kendime sonunda! Beyaz yumağa dikip gözlerimi hayaller kurdum... Çok az da olsa koynuna girdiğim sevecen o yüzü, kocaman patileri ve o beyaz leziz su ile karnımı dolduruşumu, düşünüyordum. Tüylü kulaklarıma derinlerden bi insan yavrusu sesi geldiğinde giderek ağırlaşan gözlerimi bi anda açıverdim.

Önce küçük ellerini başımda hissettiğimde umutlanmıştım... Hafifçe arka ayaklarımın üzerinde kalkıp elini yalamak istedim... Yanındaki ondan kat ve kat büyük insanın bi hamlesi ile geri çekildim. Yürümeye başladılar, ama küçük şirin insan yavrusu benden ayrılmak istemiyordu sanki... Onları takip etmeye başladım. Demir bir kapıdan içeri girdiğmizde iki taraftaki büyük ağaçlar ve çeşit çeşit kokulu çiçekler dikkatimi dağıttı. Ama içeri süzüldüklerini fark ettiğimde; onların ardından tüm ağırlığıyla kapanmak üzere olan kapıya doğru atılıverdim. İnsan yavrusu bir kez daha bana doğru geldi ve o ağır kapılar bana da açılıverdi.

Bi kutuydu, evet evet bi kutuydu içinde olduğumuz. Farklı kokuyordu ve hiç görmediğim kadar büyüktü ama yine de bi kutuydu. Birden durdu. Onlar kutudan çıktı, ben de çıktım. Onlar bi kapıdan girdi, ben giremedim. Kapı yüzüme kapandı. İnsan yavrusunun sesi hala geliyordu, kapının önündeki bez parçasının üzerine kuruldum. Bi süre sonra sesler kesildi. Bekledim..bekledim..bekledim..içimden bi ses vakti geldi dedi ve aralıksız bağırmaya başladım. Kapanan kapı açıldı. Ardından yanındaki kapıda açıldı. İki devasa insan konuştu. Ve insan yavrusunun büyüğü beni kucağına alıp önce kutuya bindirdi, ardından çiçeklerle ve ağaçlarla bezeli o demir kapının önünde bırakıp yok oluverdi. Yine yıldızlar ve ben kalmıştık... Bi köşeye kıvrılıverdim. Bi kez daha yıldızlarda o kocaman patileri ve rahatlatıcı o tüylü kucağı ararken uyumuşum.

Güneşin tüy yumağı bedenimi ısıtmasıyla gözlerimi açtım. Dün geceyi anımsıyordum ve yapacak bi şey bulamayınca yeşil bahçede bi o tarafa bi bu tarafa gezindim. Tam o sırada ağır kapı yine açılıverdi. Ve bi büyük insan daha çıktı. Evet evet gece bana kapıyı açan diğer büyük insandı o. Peşinden gittim bacağına hopladım zıpladım. Güldü ve sanırım beni sevdiğini anlatan sesler çıkardı ve gitti. Kısa bi süre sonra döndü. Bi kez daha ona yöneldim ama yetişemedim. 

Mis kokuların altında yeşilliklerin üzerinde öylece uzanmışken sabahki büyük insan yanında biriyle dışarı çıktı bir kez daha. Hemen yanlarına koştum. Yanındaki özlediğim kucak gibi kokuyordu. Benimle biraz oynadılar, ayağının dibinde dolaşmak hoplayıp zıplamak geceleri başımı kaldırdığımda gördüğüm sonsuz ışıklar gibi hissetirdi. Her zaman ayağının dibinde yanında yöresinde olmak bi düş, deliksiz bi uyku gibiydi. 

                


Ve beni bırakacaklarını anladığımda arkamı dönüp iki adım atmıştım ki, büyük insan, kucak kokulu insana seslendi: ‘Ayağı mı yaralı?’ Patimin acığını fark etmişlerdi. Çantasını boşaltıp için beni yerleştirdiğinde korkudan avazım çıktığı kadar bağırıyor. Kafamı bi şekilde çantasından çıkarmaya çalışıyordum. En sonunda durduğumuzda, sokakta geçen kısa zamanımdan anımsadığım ama bi türlü net şekilde çıkaramadığım farklı bi kaç koku aldıladığım bir yere girdik.

Sabah gördüğümde bu yavru kediyi çok etkilenmiştim. Dün gece kapının önünde ağzını kulaklarına kadar açarak miyavlayan yaramazdı bu. Çok güzel görünüyordu. Kahvaltı için alacaklarımı düşünerek arabaya yürüdüm. Döndüğümde ağaçların altında oynuyordu. Eve girdiğimde Eray’a göstermek istedim ama balkondan göremedik. Kahvaltı sonrası motorla çıkmak için aşağıya indiğimizde işte oradaydı. Atlaya zıplaya bacağımda oynamasından etkilenmiştim. Uzun süredir eve bi köpek almak istiyorduk, kedinin bakımı daha mı rahat olurdu? Ama Eray kedi sevmez! Yavru kediyi uzaklaştırıp motora binmeye çalışırken aksadığını fark ettim. Arka patilerinde sorun vardı. Eray’a seslendim: ‘Ayağı mı yaralı?’

Evden göremediğim yavruyu aşağıya indiğimizde gördüm, daha doğrusu o bizi gördü. Altus bacaklarında dolanıyor dizlerine atlayıp zıplıyordu. Çok şirindi, ama kedileri hem sevmiyordum hem de bi tık itici geliyorlardı bana. Motora binmeye hazırlanırken Altus’un‘Ayağı mı yaralı?’ soruyla onlara döndüm. Evet aksıyordu. Çantamı boşaltıp içine yavruyu koyduk ve üçümüz motorun üzerinde veterinerin yolunu tuttuk. Altus’un iki tekerli tutkusunda ilk kez üç kişiydik.

























1 Temmuz 2021 Perşembe

HİÇBİR KABA KUVVET ZAMANI GELDİĞİNDE FİKİR GÜCÜNÜ DURDURAMAZ

"Güneşin tüy yumağı bedenimi ısıtmasıyla gözlerimi açtım. Dün geceyi anımsıyarak yeşil bahçede bi o tarafa bi bu tarafa gezdim. Tam o sırada ağır kapı yine açılıverdi. Ve bi büyük insan çıktı. Evet evet gece bana kapıyı açan diğer büyük insandı o. Peşinden gittim bacağına hopladım zıpladım. Güldü ve sanırım beni sevdiğini anlatan sesler çıkardı ama gitti. Kısa bi süre sonra döndü. Bi kez daha ona yöneldim ama yetişemedim. Zaman nasıl geçti bilmiyorum, mis kokuların altında yeşilliklerin üzerinde yatarken sabahki büyük insan yanında biriyle dışarı çıktı bir kez daha. Hemen yanlarına koştum. Yanındaki özlediğim kucak gibi kokuyordu. Benimle biraz oynadılar ve beni bırakacaklarını anladığımda arkamı dönüp iki adım atmıştım ki, büyük insan, kucak kokulu insana seslendi: ‘Ayağı mı yaralı?’ Patimin acığını fark etmişlerdi."



Devasa kapıların ardını bilmiyorum... Açıyorum; toz duman içinde emirler veren ağır giysili adamlar görüyorum ve asırlık onurlu yaşamı yeniden şekillendirip özlerini çağlar ötesine taşıyacak nakışlı giysileri içinde ufak insanları... 
Geçmişleri ve gelecekleri çalınmış, töreleri, inançları yok sayılmış ve benlikleri hırpalanmış bedenlerdeki kurumuş, kirlenmiş, çatlamış kavruk elleri... Yeni yaşama adapte olurken geçtikleri çalkantalı suları. Önümden, bugün dahi utangıçlağından hiçbir şey yitirmemiş gözlerini yüzümde bırakarak Meksikalı bir kadın geçiyor... Israrla kulağımda çınlayan bir sesle irkiliyorum... “Quires señora (Bayan ister misiniz)?!?” 


Gelmeden önce okuduğumun aksine güneşli bir günde aklımızı başımızdan alan Puebla atmosferinde telaşlı satıcı sesleri, koşuşan çocuklar ve inanılmaz bir kalabalığın içinde ilerlerken adımlarımız taş kaldırımlardan mavi göğe uçup gidiyor. 

Birleşik iki-üç katlı evler sokaklar boyu uzanıyor, o Meksika renkleri olmasa hangi bina nerede bitiyor, hangisi nerede başlıyor anlayamayacağım. HBO dizilerinden anımsadığım kadarıyla ilk izlenim New Orleans’ın eski şehir bölgesi geliyor gözümün önüne; küçük sık fransız balkonlar, alçak binalar, rengarenk dünyalar. 

MÖ 40.000'e kadar uzanıyor Puebla’nın geçmişi. Tarım ve tarımsal sulamada önemli ilerlemelere imza atan bölgede tarih boyunca mısır, fasulye, kabak, kırmızı biber, pamuk huautli yetiştiriliyor. Zaman içinde ticaretin de gelişme gösterdiği Puebla’da, yaşamsal ve inançsal inşaat da ilerliyor; kulubeler ve sunaklar.  

Meksika Vadisi’nin önemli yerleşim alanlarından biri olan Puebla, yıllar akıp giderken yerel kültürün de en önemli merkezlerinden biri haline geliyor ve bugün de hala bu niteliğini taşıyor.

Puebla şehrinin üzerine kurulduğu kaide (zócalo), yerel halkın bu topraklara hakim olduğu günlerde,  ‘Yılanların Derilerini Değiştirdiği Yer’ olarak adlandırılıyor ve halkın tek uğraşı, tek geçim kaynağı tarım  olarak belirtiliyor. Puebla'yı ziyaretimiz sırasında ise meydan bakımda.
 

Puebla Meksika tarihinin dönüm noktalarına tanıklık ediyor, zamanı Meksikalılar için kah durduruyor kah hızla akıtıp asırları uygarlıkları birbirine katıyor. Ve sanki bunların bi kanıtı gibi şimdi zamanı yenebilenler Callejón de la Sapos’da sizi bekliyor (Callejón, yapıların yüksek duvarları arasındaki dar geçit, sapos kurbağalar demek). Sömürge zamanlarında San Francisco Nehri'nin sularının sık sık taştığı ve Callejón 6 sokağını sular altında bıraktığı söyleniyor. Nehrin yükselmesine alışan halk oraya değirmenler kuruyor. Tabii durgun su da kara kurbağasını cezbediyor. 
 


     
Sokağın ya da uzun dar geçidin bugünkü adı buradan geliyor ve artık nehre, değirmenlere ve kurbağalara değil, antikalara, el sanatlarına, sanat objelerine ve nümizmatik (para koleksiyonculuğu) nesnelere ev sahipliği yapıyor.

YORUMSUZ
Paten?
Mikserin Atası
 
Şehrin en ünlü köşelerinden biri de ‘Tatlı Sokağı’. Ülkenin dört bi yanına ün salan yöresel tatlıcıların bi sokak boyunca dolu olduğunu düşünebiliyor musunuz? Böylece tereyağlı dolgulu un kurabiyesi ve bölgede yetişen tatlı patatesten yapılan ezme de dahil, ağzınıza layık tatların hepsini bi adım uzaklıkta bulabiliyorsunuz.

Ve varlığı boyunca çarpışmalara, acılara mekan olan Puebla... Geçmişine inat, yaşananlara karşı alı yeşili, mavisi beyazı, cilalarıyla kentin güzelliğini yansıtan devasa el işçiliği kapıları gibi ayakta duruyor Puebla. 
Sömürge döneminde iç dünyalarını seramiklere yansıtan yerli halk, büyük bir sanat ortaya koyuyor. Şimdilerde İspanya-Talavera’da yapılan benzerleri ile karışmasını önlemek için bu topraklardan dünyaya nam salan seramiklere Puebla Talavera’sı deniyor. Seramiklerin yanında sanat sokağında tüm Meksika el sanatlarından örnek bulmak mümkün.


PUEBLA KUZEY SIRADAĞLARI BOYUN EĞİYOR

Ve Meksika Körfezi ile Meksika Vadisi arasında zamanın akışına tanıklık eden Puebla, İspanyolların gelişi ile değişiyor. 1519'da Meksika Körfezi’ne ulaşan İspanyollar ilerledikçe ele geçirdikleri topraklardaki yönetimlerin bazılarıyla yeni ittifaklar kuruyor. Puebla Kuzey Sıradağlarını ilk aşan ve ilerleyen Avrupa ordusu İspanyol ordusu oluyor. 



Cholula Katliamını Anlatıyor
İspanyollara ilk karşı koyanlardan biri Tlaxcalans'daki Tecóac Otomi (ilk yazılarımızdan anımsayacaksınız Meksika’da yaşayan birçok yerel halk vardı ve hepsine genel olara verilen isim Otomi idi). İşgal güçlerinin kuzey Körfez kıyılarından ilerlemesini durduramadıklarını gören ve Meksika boyunduruğundan (Aztek İmparatorluğu) kurtulmak da isteyen Tlaxcala Cumhuriyeti yöneticileri, yeni gelenlerle ittifak kurmaya karar veriyor.

Tarih kitapları 18 Ekim'de, Puebla ile Meksiko arasındaki önemli merkezlerden  Cholula’da bi katliamı not düşüyor. Katliamın, İspanyolları bir güç olarak görüp onları kışkırtan Tlaxcala yönetiminin bi planı olduğu anlatılıyor. Ardında kanlar içinde bi Cholula bırakan İspanyol ordusu müttefikleriyle batıya doğru ilerlerken Kraliyet gözcüsü bilgi vermek üzere imparatorluğa dönüyor: ‘Meksika ancak parçalanarak ele geçirilebilir, bunu gerçekleştirmek üzere Puebla’da geçiş yerleşkesi/araşehir kurulmalı!’

    

              

İspanyol askerinin Amerika kıtasını sömürgeleştirmesinin tek argümanı, İspanyolların işgali haklı çıkarmak için haykırdıkları tek slogan: Hıristiyan dinini yerliler arasında yaymak zorundayız. Yerli halkların Hıristiyanlaştırılması. Dine hizmet! Bu nedenle orduya Yeni İspanya'da yerli halkı aktif şekilde Hıristiyanlaştıracak bir ekip eşlik ediyor. Düşürdükleri şehirlere manastırlar inşa ederek ilerliyorlar. Ve 288 tapınağıyla Puebla ülkedeki en büyük Katolik altyapısına sahip üç şehirden biri oluyor.


Puebla ele geçiren İspanyollar Tlaxcala nüfusuna özgür olduklarını söylüyor ve çok az sayıda İspanyol yerleştiriyorlar. Ancak sayılarının azlığı İspanyolların yerli halka baskısını azaltmıyor. İspanyollar ile vadideki yerli halk arasında giderek gerilen havayı ‘dağıtmak amacıyla’ bölge İspanyol nüfusa açılıyor. Ve şehrin planlanması için çalışmalar başlıyor ve piskopos Julián Garcés kolları sıvıyor. Geceligündüzlü çalışıp yorgunluktan sızdığı bir anda rüyasında gökten inen dört melek altın iplerle ona bir şehir çiziyor ve böylece Puebla de los Ángeles Nisan 1531’de kuruluyor.




Garcés artık Puebla’nın piskoposu ve yeni bir katedral inşaatı başlatıyor. İnşaat 1536 başlıyor başlamasına ancak daha sonra genel vali yetkilileri daha büyük ve daha çekici bir tapınağın inşasını emrediyor. Böylece Puebla Kadetralinin uzun inşaa öyküsü üç aşamalı olarak gerçekleşiyor ve 1649'da kutsanıyor. Katedralin büyük atriyumunu 58 melek çevreliyor. 

Ve kule on çan barındırıyor. En büyüklerinden biri Santa María de la Concepción (Gebe Meryem Ana) olarak adlandırılıyor. Efsaneye göre Puebla Katedralinde yapıyı bitirmek için inşaat işçileri 30 gün boyunca 8 tondan fazla ağırlığa sahip çanları kaldırmaya çalışıyor ancak Santa María de la Concepción’u bi türlü kaldıramıyorlar ve gece bekçisi de yine gece rüyasında meleklerin gelerek çanı yerine koyduğunu görüyor. Sabah inşaata gelen işçiler Santa María’yı kulede buluyorlar.

İlginçtir; İspanya'ya karşı bağımsızlık savaşı İspanyol kökenli Meksikalılar tarafından başlatılıyor. Eylül 1810 tarihinde başlayan Eylül 1821’e kadar süren iç savaş sonunda İspanyolların Meksika üzerindeki 300 yıllık hakimiyetine son veriliyor. 


Bağımsızlık sonrası devlet sisteminin oturması uzun zaman alıyor. Bu süreçte iki imparatorluk (ilki 1821-1823 ve ikincisi 1864-1867) ve iki cumhuriyet (birincisi 1824-1846 ve ikincisi 1846-1863) kuruluyor.

MEKSİKA CUMHURİYETİ ORDULARI BİZ MEKSİKA'NIN İLK OĞULLARIYIZ

Anlatımı okurken sıkça tekrara düştüğüm başlık Puebla’nın Meksika tarihindeki önemi. Ve İspanyol istilasından sonra Puebla, başkent için bu kez de Fransızlarla göğüs göğüse çarpışıyor.

Benito Juárez'in 1861'de başkan olduğunda Meksika mali açıdan bitik durumda ilerliyordu. Muhafazakarların  Reform Savaşı'nı (1857) ödemek için Avrupalı bankacılarla sözleşme yaptığı muazzam borçlarla boğuşuyor. Ve öyle bi noktaya geliyor ki borçların ödenmesi konusunda diplomatik müzakereler başlatmak zorunda kalıyor. Ancak görüşmeler sürerken Fransızlar ‘ya paranız ya ülkeniz’ diyerek Veracruz'dan Meksika topraklarına çıkıyor ve Puebla’ya kadar ilerliyor.

Puebla Muharebesi. Savaş 5 Mayıs 1862'de Puebla şehri yakınlarında, Ignacio Zaragoza komutasındaki Meksikalılar ile Kont Charles Ferdinand Latrille liderliğindeki İkinci Fransız İmparatorluğu arasında geçiyor. Meksika ordusu birkaç asker ve çok sayıda yerli ve karışık kökenli savaşçı da dahil olmak üzere çok azlar. Hazırlıksız ve neredeyse silahsızlar. Toprakları için her şeyi vermeye hazır Meksikalı savaşçılar ön saflara yöneliyor ve sonuç büyük bi zafer. Daha düşük kabul edilen kuvvetlerle en deneyimli ordulardan birini yenmeyi başarıyorlar. 

Bu başarı şehrin işgalini engellemiyor. Fransızlar ertesi yıl geri dönüyor ve salgın hastalıklarda yitip giden Puebla gücünü kolayca aşarak başkent Meksiko’ya ilerliyor. Ancak Fransızlar, Avrupa'daki Prusya tehlikesi ve Amerika’nın ‘Meksika'dan çekilmezsen sizi işgal ederiz’ tehdidi nedeniyle İmparator III. Napolyon 1867'de koşulsuz olarak ülkeden çekiliyor.

Savaşın yenilgiyle sonuçlanmasına karşın ilk muhabere her zaman bir cesaret ve vatanseverlik, büyük askeri tekniğin ve savaş alanındaki dezavantajların üstesinden gelme yeteneğinin bir göstergesi olarak hatırlanıyor. Ve General Zaragoza'nın onuruna, Benito Juárez şehrin adını "Puebla de Zaragoza" olarak değiştiriyor.

İYİ BİR HÜKÜMET ANCAK İYİ VATANDAŞLAR OLDUĞUNDA VAR OLABİLİR


Yeni bir anayasa, toprağın üzerindeki ve altındaki zenginliklerin ulusallaştırılması, halk eğitimi reformu, petrolün kamulaştırılması, işçilerin durumunun iyileştirilmesi, sendikal haklar, köylüler için toprak reformu. Aztek topraklarında diktatörlüğü ateşe veren kıvılcım da Puebla’da yakılıyor.

            

Meksika Devrimi, 20. yüzyılın ilk büyük devrimi sayılıyor. Devrim, otuz yıldan fazla bir süredir keyfi güç kullanan ve ayrıcalıklı küçük toprak sahipleri, sanayiciler ve yabancı yatırımcılar grubu arasında ikramiyeler dağıtan Porfirio Díaz'ın diktatörlüğüne karşı 1910'da başlıyor ve ülkenin siyasi ve sosyal yapılarını kökten değiştiren bi iç savaşa yol açıyor.

ÖNCE BİR ÖĞRETMENE SONRA BİR GENERALE ÖDEME YAPMAYI TERCİH EDERİM

Böylece, Porfiriato'nun krizi, Madero'nun demokratik çabaları ve latifundista sömürüsünün ürünü olan köylülerin ciddi durumu, Meksika Devrimi'nde gerçekleşen bir halk uyanışı üretiyor.

Meksika burjuvazisinca krize çare olarak diktatöre karşı öne çıkarılan Madero, halkı ayaklanmaya çağırıyor ve tarih olarak da 20 Kasım'ı belirleniyor. Askerler 16 Kasım'da ayaklanmaya engel olmak için yandaşları toplamaya başlıyor. Aquiles Serdan'ın önderlik ettiği bir grup devrimci askerin bu uygulamasına karşı direniyor ve ve devrime 72 saat kala Pueba şehrinde ilk silahlar ateşleniyor. Serdan ve grubu kaçıp saklanıyor, ancak askerler onları saklandıkları yerde kuşatarak öldürüyor.

1910'da Porfirio Díaz diktatörlüğünü sona erdirmek için başlayan Devrim, dünyada sosyal güvenceleri ve hakları tanıyan 1917 Birleşik Meksika Devletleri Siyasi Anayasası'nın ilan edilmesiyle doruğa ulaşan silahlı hareket olarak tarihe yazılıyor. Fransızların püskürtüldüğü ve şu an devrim anıtının olduğu Puebla dağlarını vadiye bağlayan tepenin adı Fuertes de Loreto ‘Bilgi Güçleri’... Bu tepeye askeri bir tesis kuruluyor ve yıllarca askeri eğitim gibi çalışmalar burada yapılıyor. Şu anda özgürlük adına toprağa düşenlerin anılarının ölümsüzleştirildiği vakur bir nokta. 

Devrimden sonra, Puebla kendini müreffeh ve modern bir şehir olarak kuruyor. Yıllar içinde yüzü değişiyor, ekonomik, şehir planlama ve sosyal bi dönüşüm yaşıyor. Şimdilerde Meksika’nın 31 eyaletinden biri ve onun başkenti olan Puebla, 19. yüzyılın sonunda devlet desteğiyle ilk sanayileşen kentlerden biri oluyor. Meksika Turizm Bakanlığı'na göre, Puebla ülkede plajı olmayan başlıca turistik yer. Bunun nedeni büyük ölçüde eyalet hükümeti tarafından 2012'den beri yürütülen, dini, ticari, kültürel ve macera turizmini teşvik. Gastroturizm ve ekoturizminin yanı sıra 9 büyülü kasabası ve 3 alanı ile Unesco tarafından Dünya Mirası Alanı ilan ediliyor.     

Yağmurun yıkadığı, güneşin gökte kendine yer açmaya çalışarak aydınlattığı Puebla sokaklarında yürüyoruz. Kente verilen emeğe saygı; her yeri gezmek istiyoruz ama zaman yetersiz. ‘Tekrar tekrar gelmeliyiz’ diyoruz. Sokaklarda ilerlerken insanlığa yön veren kadim medeniyetleri düşünüyorum... Dünyanın dört bi yanında kelimenin tam anlamıyla elleriyle inşa ediyorlar yaşamı...            

Güç herşey demek. Bilek gücü, akıl gücü, yürek gücü! Ve sonrasında dünyanın dönüşü gücün de yönünü dönüştürüyor. Şimdilerde ayaklarınızın yere güçlü basması için gök kadar berrak ve zaman gibi aşınmadan hızla çalışan bi akıl, özüne bakabilen, özünü anlayabilen, özünü karanlıktan arındırabilen bi yürek gerekiyor. Kim bilir, belki de Puebla, Meksika tarihinde olacak yeni dönüm noktalarını taşıyor. Yeni karşı duruşları ve devrimleri büyütüyor.

Sokaklarında dolaşırken bunları düşünüyorum. Gözlerim ardından aklım yine kapılara, kapıları yapan ellere kayıyor. Açarken kapıyı acaba ‘Bugünlerde neleri yaratıyorlar’ diye geçiyor aklımdan ve bi kez daha şen bakışlar özenesi gülüşlere karışan ‘Bienvenidos’ tınısıyla başımı kaldırıyorum. O an bi Puebla meşesinin dalı mı, bi melek kanadı mı bilmem, sıyırıp geçiyor yüzümü.

TACO’NUN ANAVATANI... MEKSİKA SOKAK LEZZETLERİ Bugüne dek veterinere hiç mi hiç birinci elden ihtiyaç duymamıştık. Eray bi telaş tanıdık bi ...