YALDIZLI İMGELERE / TOPLARA TÜFEKLERE / KRALLARIN TACINA / YAZARIM ADINI
"Çantasını boşaltıp için beni
yerleştirdiğinde korkudan avazım çıktığı kadar bağırıyor, kafamı bi şekilde
çantasından çıkarmaya çalışıyordum. En sonunda durduğumuzda, sokakta geçen kısa
zamanımdan anımsadığım ama bi türlü net şekilde çıkaramadığım farklı bi kaç
koku algıladığım bir yere girdik.
Anlamak her daim güç olmalı... Her beyin her yürek her yaşam için... Özgürlükleri ihlal etmek! Var edileni hoyratça yok etmek! Baktığında hayran kalınan güzellikleri yakıp yıkmak, çalıp çırpmak ve kuvvet kullanarak sahip olmak. Düşündükçe algılamanın giderek daha da zorlaştığı bir eylemin içinde ben de yok oluyorum. Yok oluyorum ama algılayamıyorum. Yok oluyorum.
Meksika’nın işgali, o sırada Kral Carlos V tarafından
temsil edilen İspanyol tacı adına Hernán Cortes'in komutasındaki İspanyollar tarafından
Aztek İmparatorluğu'na boyun eğdirilmesi olarak tanımlanıyor. Cortes ve adamları 1519'da Meksika körfezinden bölgeye
ayak basıyor ve Meksika vadisine ulaşana dek durmuyorlar. Bölgedeki yerel yönetimleri
ve nihayetinde Aztek İmparatorluğu’nu yok edene kadar ilerliyorlar. Eylül 1810
tarihinde başlayan Eylül 1821’e kadar süren iç savaş sonunda da İspanyolların Meksika üzerindeki 300 yıllık
hakimiyetleri sona eriyor. Birçok kaynağa baktığınızda özetle edinebileceğiniz
bilgi bu.
Oysa bir kıtanın, kültürü, dili, insanı, botaniği,
sanatı, mimarisi ve politik-sosyal yapılanması toz duman ediliyor. Bu anlatıda
birazdan paylaşacaklarımı buraya geldiğimden bu yana farklı kaynaklardan duydum
ve okudum. Evet yıllarımı alan bi bilimsel araştırma yapmadım. Gerek de yok
aslında bunları İspanyolca yaptığınız bi arama motoru sonuçlarında da
kolaylıkla görebiliyorsunuz. Okuduklarımdan ve sohbetlerden edindiğim bilgiler
o kadar ilginç geldi ki bana, buradan aktarmamak büyük bi eksiklik olacaktı.
Bilin istedim.
İspanyol istilasının başlıca sonucu Aztek İmparatorluğu'nun ortadan kaldırılarak yerine Yeni İspanya Valiliği'ni oluşturan İspanyol sosyal ve politik yapılarının getirilmesi oluyor. Ama ben tabloya bu kadar genel bakmak istemiyorum. Buyrun bazı ilginç detaylar:
Avrupa’nın işgal güçleri gemileriyle yalnızca askeri güç
taşımıyor Amerika’ya. İspanyol işgalinden önce bu topraklarda at, domuz, inek,
koyun, keçi ve kedi yaşamıyor. Haberleşme
için ayrıca güvercin de Amerika’ya İspanyollar ile geliyor. Yerel halk
bu hayvanların hiç birini bilmiyor. Hatta getirilen otlak hayvanları önceleri
beslenimiyor. Kıtadaki ot türü, bitki örtüsü Avrupa’nın hayvanlarının sindirim
sistemini hasta ediyor. Bu nedenle Avrupa’dan balya balya ot getiriliyor. Ve
bitki örtüsü kıtanın yeni hayvan türleri için değişime uğruyor. Çim getiriliyor.
Ayrıca buğday, pamuk ve zeytin İspanyollar ile geliyor. Peki ne ile mi besleniyormuş kıta yerel halkı? Hindi, geyik, tavşan, böcek, iguana, yılan, yengeç, deniz hayvanları ve ürünleri, kaplumbağa ve kaplumbağa yumurtası. Ve şimdilerde evlerimizi süsleyen popüler bir tutkuya dönüşen ‘succulent’ ile aynı aileden ve Türkçede sabır otu dediğimiz etli bir bitki olan Agave ile besleniyorlar istiladan önce.
Bitki örtüsü demişken: Aztekler eczacılıkta Avrupa’nın
çok ama çok ilerisinde. Kıtanın onlara sundukları bitki çeşitliliğini
olağanüstü bir şifa kataloğuna (herbolaria) dönüştürüyor Aztekler. Ve
İspanyollar tüm bu el yazmalarını alıp Avrupa’ya götürüyor. Kaynaklara göre o kataloglarda yer alan bitki isimleri ve kullanım şekillerinin yarısından
çoğu günümüzde hala yerine konulamıyor.
İşgalin nedenleri söylenirken en gür seslendirilen
gerekçe 'Hristiyanlığı yaymak, kıtayı kurtarmak' olsa da kıtanın keşfiyle yeraltı zenginlikleri de
anında fark ediliyor. Ve asker, muhimmat, hayvan ile işgal güçlerini taşıyan
gemiler İspanya’ya altın ve gümüşle dönüyor. Öyle ki Peru’dan yola çıkan
İspanyol Pizarro’nun gemilerinden biri o kadar altın yüklü ki batıyor ve bulunamıyor. Böylece modern çağın hazine avcıları için efsane konularından birine dönüşüyor. Servetin
ve altının büyük bir kısmını, neredeyse hepsini götürüyorlar.
Madenleri işlemek
için yerel halk eğitiliyor. El sanatlarında birkaç renkle sınırlı olan
Meksikalılara renk paleti tanıtılıyor. Tüm olumsuzlar içinde bir ışık. Hatta doğal
kaynaklar sömürülürken peyzaj harap ediliyor.
İnanç gerekçesine dönersem, o da ayrı bir yokedişe neden
oluyor. Yerel halk Katolik olmaya zorlanıyor. Kıtada yüzyıllardır kültürle
bütünleşen, her bir yerel halkın kendine özgü şekillenen inanç sistemi yerle
bir ediliyor. Tapınaklar, geleneksel ayinler ve din adamları... Tüm bu tablodan
bağımsız olarak İspanyolların kıtaya getirdikleri en ilginç şey; sakal.
Sömürgecilerden önce Meksikalı erkekler sakal bırakmıyor.
Din, dil, kültürün başat ögesi tabii ki onu yaratan
insan. İspanyol sömürgecilerin Meksika’ya gelişinin ardından yerli nüfusun
%85'i çöküyor. Bu yalnızca kaba güç ile yok ediş değil. İşgalcilerin ve
getirdikleri hayvanların taşıdıkları hastalıklara yerli nüfusun antikoru
olmadığı için halk tam anlamıyla hastalıktan kırılıyor. Kaynaklar tarihin en
büyük felaketlerinden biri olarak tanımlıyor.
Silahlar toprakları ele geçirirken yerli nüfusa akla gelebilecek insanlık dışı davranışlar, insan ticareti ve kölelik de kıtadaki toplumsal, sosyal ve insani evrimi işgal ediyor. Dönüp baktığınızda insandan, doğaya ve onların ortak çalışmasıyla üretilen kültürel bellek de İspanyollar tarafından yok ediliyor.
Günümüzde işgalden sonra bu topraklarda kalanlarla yerli
halkın birlikte kurdukları yaşam, görünüşleri ne olursa olsun, renkli gözlü,
uzun boylu ya da açık tenli, belki de siyah beyaz fotoğraflarda hatta karakalem
çizimlerde görünen tamamen yerli halkın torunlarından daha kuvvetli ‘Meksikalıyım’
diyor. O ortak yaşam, bu topraklardan çalınan her şey için, arkeolojik
kalıntıdan kültürel ya da ekonomik zenginliğe, haklarını savunmak adına dimdik
ayakta duruyor. Bizler için ya da yazılı/görsel kaynaklar için onlar farklı
görünüp farklı tanımlansalar da, modern Meksika’nın sokaklarında yürüyen bu
insanlar, asırlar önce kıtanın zengin topraklarında yürüyen tek karakter
halktan daha farklı değiller.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder